Bu sene ücretli öğretmenlik için MEB'e başvurmadım. Orhun'un lisede son senesi olduğu ve malum sınava gireceği için bu kış ona tam destek olma düşüncesindeyim. Ha daha önce yarım destek miydik? Tabii ki hayır! :)) Ama işte tam sınav zamanı, okuldan gelince evde biri olsun, yemeğini rahat yesin, dersini rahat çalışsın diye kendimce dertlenmelerdeyim. Bir de işin aslı hani seneye üniversiteli olacak ya, kendi yolunu çizmeye başlayacak, belki başka yerde okuyacak diye bu sene iyice yapıştım çocuğa. Tuhaf duygular içerisindeyim. Çocuklarımız büyürken hem gururlanır hem hüzünleniriz ya öyle bir şey... Yine dağıldım, aslında demek istediğim başkaydı. Yani çalışmadığım için sosyal açıdan yine rahata kavuştum diyecektim ve dün mis gibi havada Beyoğlu'na uzandığımdan bahsedecektim:)
İstanbul'da Filmekimi zamanı. Enfes ödüllü filmler gösterimde. Öncelikli amacım Mustang'i izlemekti. Hani Fransa'nın Yabancı Filmler dalında Oscar'a yolladığı Mustang... Yönetmen Deniz Gamze Ergüven. Genç bir Türk kadınının uluslararası alanda başarılı olması inanılmaz gurur verici. Dillerine düşkünlükleriyle bilinen Fransa'nın baştan sona Türkçe olan bir filmi Oscar'a aday olarak yollamaları da bize ilk önce tuhaf gelen bir durum. Ancak adamlar profesyonelce düşünüyorlar.
Türkiye-Almanya-Fransa-Katar ortak yapımı olan bu film Türkiye'den de aday olabilirmiş. Bu konuda başvuru yapılmış ama Türkiye'den "Hayır" cevabı alınmış. Fransa zaten o arada filmi Oscar'a aday olarak seçivermiş. Pek tabii merak ediyorum bu filmi. Mustang, Filmekimi programına alınmış ancak bilet bulmak ne mümkün? Biletler çıkar çıkmaz bitmiş. Programı şöyle bir inceledim. Geç kalmışım, iyi filmlere ve saatlere bilet yok. Ailecek, üçümüzün de beğenisine hitap edecek, üçümüzün de boş vaktine uyacak bir film ayarlayamadım. Dün onlar işe ve okula gidince -hafta içi avantajını kullanarak- ben de tek başıma Beyoğlu Sineması'nda aldım soluğu.
Life filmini seyrettim. James Dean ilgimi çeken, erken yaşta ölümüyle beni hüzünlendiren bir yıldız. Bu film, onun Life dergisi için fotoğraflarını çekmek isteyen Dennis Stock'la birlikte Indiana'ya yaptıkları yolculuğu anlatıyor.
Bu yolculuk James Dean'in büyüdüğü, çok sevdiği Indiana'ya yaptığı son yolculuk oluyor. Bu gezinin ve söz konusu fotoğrafların çekiminden 7 ay sonra bir trafik kazasında hayatını kaybediyor genç oyuncu.
Life'a gelecek olursak. James Dean'in biyografisini okuduğum için kişisel ayrıntıları yakalamam keyifli oldu. Hayatını hiç bilmeseydim film biraz yüzeysel kalabilirdi benim için. Görüntüler iyiydi, dönemi yansıtması açısından başarılıydı. Filmde sadece James Dean değil magazin fotoğrafçısı Dennis Stock'un yaşamı, geçim kaygısı, ailesine uzaklığının verdiği üzüntü de önemli yer tutuyordu. Yönetmen Anton Corbijn, ölümünden sonra daha da önem kazanan Dean fotoğraflarının arkasındaki insanı anlatmak istediğini belirtmiş. Bunu başarmış da. Yani filmi sevdim ancak James Dean rolünü Dane DeHaan'a yakıştırdığımı söyleyemeyeceğim. En basiti, James Dean keskin yüz hatlarına sahipken, bu çocuk biraz fazla toparlak kalmış. Bu zaten fotoğrafçının filmi diye düşünürsek Dennis Stock rolündeki Robert Pattinson'u başarılı bulduğumu eklemek isterim. (James Dean biyografisinden alıntılar için şu yazımı okuyabilirsiniz: James Dean...Daima Genç... )
Beyoğlu'na gitmişken Sahaf Festivali'ne uğramayı da ihmal etmedim elbette.
Her seferinde dayanamayıp çokça kitap alırdım ama bu sefer tuttum kendimi. Zira kitap alışverişini abarttım bu aralar. Tabii bu festivalden aldıklarım yenilere benzemez, eski basım kitaplar oluyorlar ama yine de fren yapmam gerekiyordu. Sadece bir kitapla yetindim bu kez. Çocukken çok severek okuduğum, çok beğendiğin bir kitabı bitirdiğinde hissettiğin o mutlu duyguyu bugün bile bana hatırlatan Bambi'yi görünce almamazlık edemedim.
Bir zamanlar severek okuduğun kitapları saklamazsan gün gelir böyle sahaftan tekrar almak zorunda kalırsın işte. Eskiyeni asla elinde tutmayan annem sağ olsun:)
Dün benim günüm böyle geçti. Güzel bir film, güzel bir kitap... Daha ne olsun?
İstanbul'da Filmekimi zamanı. Enfes ödüllü filmler gösterimde. Öncelikli amacım Mustang'i izlemekti. Hani Fransa'nın Yabancı Filmler dalında Oscar'a yolladığı Mustang... Yönetmen Deniz Gamze Ergüven. Genç bir Türk kadınının uluslararası alanda başarılı olması inanılmaz gurur verici. Dillerine düşkünlükleriyle bilinen Fransa'nın baştan sona Türkçe olan bir filmi Oscar'a aday olarak yollamaları da bize ilk önce tuhaf gelen bir durum. Ancak adamlar profesyonelce düşünüyorlar.
Türkiye-Almanya-Fransa-Katar ortak yapımı olan bu film Türkiye'den de aday olabilirmiş. Bu konuda başvuru yapılmış ama Türkiye'den "Hayır" cevabı alınmış. Fransa zaten o arada filmi Oscar'a aday olarak seçivermiş. Pek tabii merak ediyorum bu filmi. Mustang, Filmekimi programına alınmış ancak bilet bulmak ne mümkün? Biletler çıkar çıkmaz bitmiş. Programı şöyle bir inceledim. Geç kalmışım, iyi filmlere ve saatlere bilet yok. Ailecek, üçümüzün de beğenisine hitap edecek, üçümüzün de boş vaktine uyacak bir film ayarlayamadım. Dün onlar işe ve okula gidince -hafta içi avantajını kullanarak- ben de tek başıma Beyoğlu Sineması'nda aldım soluğu.
Life filmini seyrettim. James Dean ilgimi çeken, erken yaşta ölümüyle beni hüzünlendiren bir yıldız. Bu film, onun Life dergisi için fotoğraflarını çekmek isteyen Dennis Stock'la birlikte Indiana'ya yaptıkları yolculuğu anlatıyor.
Bu yolculuk James Dean'in büyüdüğü, çok sevdiği Indiana'ya yaptığı son yolculuk oluyor. Bu gezinin ve söz konusu fotoğrafların çekiminden 7 ay sonra bir trafik kazasında hayatını kaybediyor genç oyuncu.
Life'a gelecek olursak. James Dean'in biyografisini okuduğum için kişisel ayrıntıları yakalamam keyifli oldu. Hayatını hiç bilmeseydim film biraz yüzeysel kalabilirdi benim için. Görüntüler iyiydi, dönemi yansıtması açısından başarılıydı. Filmde sadece James Dean değil magazin fotoğrafçısı Dennis Stock'un yaşamı, geçim kaygısı, ailesine uzaklığının verdiği üzüntü de önemli yer tutuyordu. Yönetmen Anton Corbijn, ölümünden sonra daha da önem kazanan Dean fotoğraflarının arkasındaki insanı anlatmak istediğini belirtmiş. Bunu başarmış da. Yani filmi sevdim ancak James Dean rolünü Dane DeHaan'a yakıştırdığımı söyleyemeyeceğim. En basiti, James Dean keskin yüz hatlarına sahipken, bu çocuk biraz fazla toparlak kalmış. Bu zaten fotoğrafçının filmi diye düşünürsek Dennis Stock rolündeki Robert Pattinson'u başarılı bulduğumu eklemek isterim. (James Dean biyografisinden alıntılar için şu yazımı okuyabilirsiniz: James Dean...Daima Genç... )
Beyoğlu'na gitmişken Sahaf Festivali'ne uğramayı da ihmal etmedim elbette.
Her seferinde dayanamayıp çokça kitap alırdım ama bu sefer tuttum kendimi. Zira kitap alışverişini abarttım bu aralar. Tabii bu festivalden aldıklarım yenilere benzemez, eski basım kitaplar oluyorlar ama yine de fren yapmam gerekiyordu. Sadece bir kitapla yetindim bu kez. Çocukken çok severek okuduğum, çok beğendiğin bir kitabı bitirdiğinde hissettiğin o mutlu duyguyu bugün bile bana hatırlatan Bambi'yi görünce almamazlık edemedim.
Bir zamanlar severek okuduğun kitapları saklamazsan gün gelir böyle sahaftan tekrar almak zorunda kalırsın işte. Eskiyeni asla elinde tutmayan annem sağ olsun:)
Dün benim günüm böyle geçti. Güzel bir film, güzel bir kitap... Daha ne olsun?