Son zamanlarda seyrettiğim en ilginç filmlerden biri olan Pastoral Amerika'dan bahsetmek istiyorum. Pastoral Amerika, Philip Roth'un yazdığı romandan uyarlanan bir film. Kitabını okumadım. Ancak filmi seyrettikten sonra fena halde okuma isteği uyandırdı. Bu ara fazlaca kitap alışverişi yaptığım için bu konuda beklemedeyim. Müsait zamanda ilk kitap alışverişimi yaptığımda listemde kesinlikle Pastoral Amerika olacak. Tamamen tesadüfen kitap fuarından aynı yazarın bir başka romanını almışım. Şimdilik onunla başlarım ve yazar hakkında bir fikir de elde etmiş olurum zira daha önce tanışmadığım bir yazar kendisi.
Gelelim filme. 1950'li yıllarda Amerika'dayız. Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz klasik figürlerden olan lise futbol takımının yakışıklı kaptanı popüler Seymour ile okulun en güzel kızı Dawn evleniyorlar. Çocuğun Yahudi olması ilk başta aileler açısından ufak bir tereddüt yaşatsa da sorun aşılıyor, Seymour babasının eldiven fabrikasının başına geçiyor ve rüya gibi geçeceği düşünülen bir hayata adım atılıyor. Üzerine titredikleri kızları Merry mutluluklarını perçinleyen isim oluyor tabii. Merry büyüdükçe çocukta bir arıza olduğunu anlıyoruz yavaş yavaş. Çok akıllı, terbiyeli bir kız. Ancak kekelemesi bile, devamlı takibinde olduğu psikologun teşhisine göre,
New Jersey Güzeli olan annesine bir tepki niteliğinde. Küçük yaşta felsefi konuşmalar yapması, hayatı sorgulaması, sorulara verdiği değişik cevaplar ileride olacakların göstergesi sayılıyor ve 16 yaşına geldiğinde de ipler kopuyor zaten.
Merry'nin büyümesiyle geldik 1960'lı yıllara. Amerika Vietnam Savaşı'na verilen tepkilerle çalkalanıyor. Doğuştan isyankar Merry, sakin kasabalarındaki postaneyi bizzat bombalayan eylemci olarak bir kişinin ölümüne yol açıyor. Bu olayla birlikte sırra kadem basıyor. Çok sonra babası onu bulduğunda öğreniyoruz ki daha sonra usta bir bombacı olmuş ve farklı olaylara da karışmış. Seymour'un hayatı kızını aramakla geçiyor. Tüm bu zaman zarfında rüya çiftin nasıl dağıldığına, anne-baba olarak nasıl acı çektiklerine şahit oluyoruz. Olayların etkisiyle bir süre akıl hastanesinde yatan ve zamanla olayları kabullenen, kızından umudunu kesen ve hayatını sorgulayarak kendine yeni bir yol çizen Dawn'ın yanında kızından asla vazgeçmeyen Seymour'u
ayrı ayrı anlamaya çalışıyoruz. Nihayetinde Seymour, çok yakınlarda bir harabede yaşamakta olan kızını buluyor. Merry şiddetten vazgeçmiş ve Caynacı (Jainizm) olmuş. Tam bu aşamada filmin başında Seymour'un Yahudi geleneğine bağlı babası ile Katolik Dawn'ın doğacak çocuğun vaftizi, olası dini hakkındaki konuşması ve bunun aslında ne kadar boş bir tartışma olduğu geliyor aklımıza. Çileci yaşam tarzını benimsediği için sefalet içinde yaşayan kızını bu şekilde bulan Seymour'un üzüntüsünü tahmin etmek zor değil. Merry inancı gereği havadaki canlılara zarar vermemek için peçeyle geziyor, suya zarar vermemek için yıkanmıyor vs. Böyle uçlarda yaşayan bir kızcağız. Babası kızını bu hayattan vazgeçirmek için günlerce konuşuyor fakat Merry "çocuğunu iyi zannetmişsin" minvalinde bir şeyler söyleyerek kendisini rahat bırakmasını istiyor.
Bu sahneyi seyreden anne babaların kafasına "dan!" diye indiriyor balyozu. Bırakıyorlar mecburen ama baba uzaktan uzağa kızını gözlemekten hiç vazgeçmiyor.
Filmin sonunda şunu anlıyoruz, rüya çiftlerden rüya çocuklar çıkmıyor her zaman. Her şey yetiştirme tarzına bağlı da olmuyor. Bir de şu var, daha çocuk yaşta felsefe yapan, sorgulayan çocuklardan korkmak gerek. Hani "ay ne akıllı" derler ya, ben bunun her zaman iyi bir şey olmadığını düşünenlerdenim. Orhun da yapardı arada ve inanın endişelenirdim. Hassas olmak, çok düşünmek iyi değil. Orhun da küçükken -tövbe estağfurullah, Allah benzetmesin- Merry gibi "ben her şeyin ruhu olduğunu" düşünüyorum" diye dolanırdı. Bir kere boş tuvalet kağıdı rulosunu düşürmüştü klozete, aslında çekilmez ya ben de sifonu çekmiş bulundum. Haftalarca bunalıma girdi "niye yaptın? nereye gitti o?" diye ve ben "bak buldum" diye başka bir rulo vermeyi akıl ettim de rahatladı. Sonra da psikologa götürdüm:) 4 yaşındaydı. Doktor "oğlunuz çok akıllı, psikologa hiç gerek yok" deyip kibarca yollamıştı bizi:) Tüm samimiyetimle söylüyorum övünmek için anlatmadım. Tam tersi çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu söylemek istiyorum. Zor, çok zor. Ha Merry'e benzettim ve korktum ama asla şiddet taraftarı bir durumunu hissetmedim oğlumun. Hassaslığı kendine zarar veriyor bizimkinin ve bu beni en çok üzen konulardan biridir. Merry de zaten 16 yaşının ateşiyle o eylemleri yapıp sonra pişmanlıktan çileci olmuştu. Neyse! Konuşacak, sorgulayacak çok şey var film üzerine. Ben anne olarak çocuktan girdim konuya ve o yönlerini algıladım ama Pastoral Amerika'nın konusu "Amerikan rüyasının çöküşü" olarak özetleniyor. Derin bir kitap ve derin bir film anlayacağınız. Kitabı en kısa zamanda okumam lazım. Psikolojik alt yapısı olan, aile hikayeleri anlatan kitaplara bayılırım.
Kitabı okuyanlar iyi bir uyarlama olmadığını söylüyorlar genelde. Kitaptan ayrı düşünürsek bence gayet etkileyici bir film. "Onu anlatmamış, bunu anlatmamış" diyerek eleştiri yapıyorlar. Tamam da arkadaş, yönetmen o dediklerinin ipucunu veriyor. Her ayrıntıyı anlatsaydı 2 saatlik film 4-5 saate çıkardı. Baş roldeki Ewan McGregor aynı zamanda filmin yönetmeni. İlk yönetmelik denemesiymiş. Ben başarılı buldum.
Film hala vizyonda. Tavsiye ederim. Romanı okuyanlar düşüncelerini söylerse sevinirim.