Geçtiğimiz sonbaharda çıktığım minik Makedonya gezisinin Üsküp ayağını anlatmış ve Ohrid'den ayrıca bahsedeceğimi belirtmiştim. Gün bu gündür...
Makedonya'nın tatil beldesi sayılan romantik Ohrid'i çok ama çok sevdim. Aralıklı yağmurun yağdığı bir sonbahar gününde hayran olduğum kenti bir de sıcacık bahar mevsiminde gezip görmenin hayalini kuruyorum.
Üsküp'e ziyaret fikrimiz oluşunca, fazlasıyla merak ettiğim Ohrid'i gezi programımıza bizzat dahil ettim. Üsküp'te bir gece konakladıktan sonra, sabah erkenden otogara attık kendimizi. Ohrid'e giden ilk otobüste yerimizi aldık. Yaklaşık 3,5 saat süren yolculuk, çocukluk arkadaşımla gerçekleştirdiğimiz bu gezide çok daha kısa sürmüş gibi geldi. Ekim ayı olmasına rağmen henüz yeşilliğini tamamen kaybetmemiş ormanların, küçük köylerin arasında yol alırken sohbetin dibine vurduk; mola yerindeki marketten aldığımız soğuk kahvelerle ve saçma sapan yiyeceklerle eğlendik. Öğle saatlerinde vardık Ohrid'e. İlk işimiz bir taksiye atlayıp tarihi şehir merkezindeki otelimize ulaşmak oldu. (Üsküp'te olduğu gibi burada da taksi kullanmak gayet ekonomik).
Eski şehir bölgesine girer girmez sevdim bu kenti. Bir gece konaklayacağımız otelimiz arnavut kaldırımlı ara sokaklardan birinde yer alıyordu. Osmanlı'dan miras evler Safranbolu sokaklarını andırmaktaydı.
Eşyalarımızı bıraktıktan sonra, yağmurun yağmamasını dileyerek dışarıya attık kendimizi. Önce meşhur Ohrid Gölü'yle tanıştık. Göl demeye bin şahidin gerektiği, deniz hissiyatındaki Ohrid, Balkanlar'ın en derin ve en eski gölüymüş efendim.
Ve endemik yapısıyla çok özelmiş. Bana kalırsa aynı zamanda asil ve romantik de...
Ohrid Gölü'nün hediyesi inciler, sedefler ve pembe renkli bir balık, kentin turizmine hatırı sayılır derecede değer katmakta. Gölün huzur veren manzarası, üzerinde yapılan geziler ve yaz mevsiminde hareketlenen plajları da cabası. Yani bu göl bu kentin her şeyi.
Ohrid Gölü'nde sandal sefası yapmayı ve ışıl ışıl fotoğraflar çekmeyi çok isterdim ancak biz gezmeye başladıktan sonra kapanan hava, arada sırada serpiştiren yağmur ve ciddi ciddi üşüten rüzgar nedeniyle bunları gerçekleştiremedim. O zaman ta tepedeki St.John at Kaneo Kilisesi'ne gidelim.
St.John at Kaneo Kilisesi Ohrid'in simgelerinden biri. Bizans zamanında Ortodoks dünyasının önemli merkezlerinden biri olan bu şehirde irili ufaklı pek çok kilise bulunmakta. Bunların arasında en güzeli, en etkileyicisi 13.yy.da inşa edilmiş olduğu düşünülen St.John Kilisesi.
Bu yapıyı daha uzaktan gördüğümde ve akabinde yanına gidip yüzlerce yıllık duvarlarına dokunduğumda, bahçesinden Ohrid Gölü'nü izlediğimde hissettiğim huzuru, zamandan kopuş duygusunu tarif etmem imkansız. Beni en çok etkileyen, zaman-mekan algımı yerle bir eden birkaç mekandan biri oldu burası. Tam bu noktada kendi imkanlarınla gezmenin güzelliğine değinmek istiyorum. Eğer biz bir tur programı dahilinde Ohrid'e gelmiş olsaydık, kalabalık turist grubuyla bu kiliseye çıkacak (çoğunluk istemezse belki de çıkmayacak), apar topar birkaç resim çekecek ve kısa sürede ayrılacaktık buradan. Kendi imkanlarımızla, kendi isteğimizle gelip mekanı layığıyla yaşadığımız için çok memnunum.
Görevlisi o sırada yerinde olmadığı için içine giremediğimiz yapının bahçesinde gezindik, rüzgara aldırmadan muhteşem göl manzarasını seyrettik, parıltısını göstermede fazlasıyla nazlı davranan güneşi kollayarak fotoğraflar çektik. Ayrılma zamanı geldiğinde biz yola koyulduk, o ise hüzünlü yalnızlığını gidermek için Ohrid manzarasına çevirdi gözlerini...
Kaneo'nun St.John'undan ayrıldıktan sonra ara sokaklara dalarak rastgele önümüze çıkan ve açık olan her tarihi yapıyı ziyaret ettik; hediyelik eşya dükkanlarına, el yapımı işlerin sergilendiği galerilere göz attık.
Yolumuzun üzerindeki önemli yapılardan biri St.Sophia Kilisesi idi. Ohrid'in Ayasofyası diyebiliriz aslında. Lisans eğitimim sırasındaki Bizans Sanatı derslerinden hafızamda kalan görüntüleri yerinde yakalamak umuduyla adım attım bu yapıya. Şehre bir dönem hakim olan 1.Bulgar Krallığı zamanında 9.yy.'da yapılmış, ancak asıl formunu Bizans döneminde yakalamış ve Osmanlı zamanında cami olarak kullanılmış bu tarihi kilisenin duvar resimleri Ortaçağ'dan bugüne dek canlılığını koruyabilmiş önemli örneklerden.
Ancak içeriden fotoğraf yok, flaşsız çekim dahi yasak ve görevli amca bu konuda inanılmaz katı. Bu yazıyı yazmadan önce internet üzerinden geçmiş deneyimleri okuduğumda, kilisenin içerisinde çektiği videoyu bile paylaşanları gördüm ancak sanırım tüm garip müze görevlilerini çekme özelliğimden olsa gerek bize gestaposu düştü. Bırak fotoğraf, video çekmeyi korkuyla gezdik diyebilirim:)
Geçmişi Friglere kadar uzanan çeşitte halkın yaşadığı Ohrid'de bir Roma tiyatrosu görülmemesi imkansızdı tabii.
M.Ö 2.yy'da yapılmış olan antik tiyatro 80'li yılların başında kullanıma açılmış. Bugün açık hava etkinliklerinin yapıldığı bir mekan burası. Ohrid Yaz Festivali'nde burada bir konserde bulunmak hoş olurdu. Zannediyorum dünyaca ünlü isimlerin katıldığı bir festival niteliğindeymiş.
Hava şartlarının zorlayıcılığı nedeniyle şehrin kale ve surlarına çıkmadık. Aslında çok severim. Yakınlarına kadar gittik, yukarı kapıdan geçtik fakat dediğim gibi kaleyi bu sefer atlamak durumunda kaldık.
Amaçsızca gezerken yakaladığımız görüntülerden bazıları şöyleydi:
![]() |
Holy Mother Of God Church |
İki üstteki fotoğraftan da anlaşılacağı gibi koruma altına alınmış tarihi kısımlar haricinde bu kent yazları şenlenen bir sahil kasabası görünümünde. Hatta bir ada havası hissediliyor da diyebilirim. Gel gör ki biz Ekim ayında oradayız. Akşamüstüne doğru sağanak yağmura yakalanıp iyice üşüyünce Eski Çarşı caddesindeki kafelerden birinde aldık soluğu.
Ballı, limonlu, sıcak çaylarımızı yudumlayıp kendimize geldikten sonra Eski Çarşı caddesindeki inci takılarıyla meşhur dükkanlara göz gezdirdik. Ohrid Gölü'nün mahsulü inci ve sedef takılar sanırım her turistin ilgisini çeker. Şahsen inciden hoşlanmam fakat parıl parıl parlayan sedef takılara karşı koyamadım. Minicik sedef gül şeklinde küpeler ve kolye aldım. Fotoğraflarını çekip paylaşmayı düşünüyordum ama küpeleri bulamıyorum. Cidden üzgünüm, umarım çıkarlar bir yerden:(
Şehrin Osmanlı döneminden kalan cami ve tekkelerinin bir kısmı bu caddenin devamında yer alıyorlar. Ohrid, dile kolay 500 yıldan fazla bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetinde kalmış. 14.yy'ın sonunda ele geçirilen kenti 1912'de Balkan Savaşı ile kaybetmişiz. 18.yy.'da ticari ve dini açıdan önemli bir merkez olan Ohrid, İttihat ve Terakki örgütlenmesinin de güçlü ayaklarından biriydi. Kısacası küçük ama tarihin akışı içerisinde dolu dolu yaşanmışlıkları olan bir kent burası.
Geze dolaşa akşamı ettik. Bahar ve yaz aylarına göre oldukça tenha bir mevsim olduğu için restoranlar genellikle boştu. En sıcak ve kalabalık gördüğümüz birini seçtik. Bilerek tercih ettiğimiz bir yer değil fakat sanırım en çok tercih edilenlerden biriydi burası. Müşteri açısından son derece uluslararası bir durum vardı. Balkan müziklerinin yanı sıra, her müşterinin gönlünü almak için pek çok dilde şarkılar çalıp söyleyen şahane bir grup da vardı. Bize bakarak Eski Dostlar'ı söylediler örneğin:) Böyle güzel bir gün yine böyle güzel sonlanabilirdi. Ohrid Gölü'ne özgü, adını bilemediğim ancak pek lezzetli bulduğum pembe balıklarla keyifli bir akşam yemeği yemiş olduk.
Ohrid'deki ikinci günümüz erken başladı ve bir önceki günün aksine enfes güneşli bir sabaha açmıştık gözümüzü ancak ne yazık ki fazla vakit geçirmeden Üsküp'e doğru yola koyulmamız gerekmekteydi. Üsküp'ü biraz daha gezecek, ilk gün göremediğimiz yerleri görecek, sipariş edilen alışverişleri tamamlayacak ve akşam uçağıyla ülkemize dönecektik artık. Vakit olsaydı o güneşli günü de Ohrid'de geçirmek isterdim. Yağmurla karşılanmıştık fakat dönerken şöyle bir hava vardı.
Muhteşem gölüyle birlikte UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan Ohrid'i ben çok sevdim. Şimdi o taraflarla pek ilgileri kalmamış olsa da eşimin anne tarafından dedesinin buralı oluşu ve oğlumun DNA'sında bu güzel kentten bir parçanın olması hafif hoşuma gitmedi değil. Bu durumda evde olayla alakasız bir tek ben olduğum halde gidip görmek bana kısmet oldu:) Umarım bir daha ki sefere ailecek ziyaret ederiz. Yalnızca bir gün kalabildiğimiz için göremediğim bölgeleri, mekanları var. Örneğin Tarih Müzesi tadilattaydı. Su Müzesi de feci şekilde aklımda kaldı. Kaleye çıkıp göl manzarasını izleyemedim, kayık gezintisi yapamadım. Tarihi kilise ve camilerinden giremediklerim oldu. Ayrıca bir başka sefere Ohrid'den Sveti Naum'a da uzanmak isterim. Bu yazının içerisine maddi bilgiler katmak istemedim. Makedonya'nın para birimi ve bize denk gelen karşılığı Üsküp yazımda yer alıyor. Genel olarak hesaplı bir ülke. Üstelik vizesiz ziyaret edilebiliyor. Gezdim, gördüm, sevdim. Gezip göreceklere keyifli seyahatler dilerim.
İlgili Yazılar: Üsküp... Geçmişin Hatırası, Geleceğin Umuduyla...