İstanbul'da hava iyice bozdu. Yağmur-rüzgar işbirliği iki gündür canımıza okuyor.
Şu an üzerimde battaniye, elimde bir fincan yeşil çay, pencere kenarına kurulmuş yazıyorum ve dışarıya göz attıkça titriyorum. Evden çıkmak içimizden gelmiyor bugün. Orhun okula gitti geldi, biraz uyudu, odasında bilgisayarın başına geçti. Eşim büyük kanepeye yayılmış, 2.Dünya Savaşı'yla ilgili bir film seyrediyor. Yemek hazırlığına geçmeden önce biraz yazayım istedim.
Dün Amy Winehouse belgeselini izledim. Başka bir işim dolayısıyla Nişantaşı'ndaydım ve fırsat yaratıp sinemaya da attım kendimi. Her sinema salonunda gösterilmiyor malum. City's Cinemaximum'da gördüğüm için mutlu oldum. Hafta içi öğlen saatlerinde olduğu için ancak birkaç kişiyi bulan seyirci grubuyla izledik genç yaşta hayatını kaybedip, 27'likler grubuna katılan İngiliz şarkıcı Amy Winehouse'ın gerçek kamera çekimlerinden oluşan belgeselini. 14-15 yaşlarındaki görüntüleriyle başladı hikaye. Devamlı elinde bir lolipop. İleride kapılacağı bulimia çılgınlığını işaret eder gibi, çok yemek yemekten şikayet halinde. Sonrasında, daha genç yaşta caz müziğe olan tutkusunu belli eden görüntüler. "Ünlü olacaksın" diyen arkadaşlarına "Ünlü olursam kendimi öldürürüm" deyişi. Ama güçlü ve farklı sesinin etkisiyle önlenemez bir şekilde yükselişi... Arka arkaya gelen ödüller. Şöhreti kaldıramayan hassas bir ruh. Ve ölümüne kadar peş peşe gelen olumsuz tesirler. Uyuşturucu bağımlısı Blake Fielder ile yaptığı yıkıcı evlilik. "Kocam mutluysa mutluyum" diye diye uçuruma sürüklenişi. Silik bir anne, çocukken ilgilenmeyen ama ünlü olduktan sonra kızının yanından ayrılmayıp etkisi altında bırakan baba. Genç yaştan itibaren kullanılan uyuşturucu ve alkol. Düşkün halini fotoğraflamak için peşinden ayrılmayan paparazzi ordusu. Tüm bunlar sadece müzik yapmak isteyen, caz şarkıcılığının gereği olarak yalnızca ufak gruplara söylemek isterken tüm dünyanın gözü önüne çıkmak durumunda kalan, arkasında durup ona "Hayır" diyebilecek birinin desteğini bekleyen Amy'yi genç yaşta ölüme götüren etkenler. Oysa ne güzel bir sesi vardı ve ne güzel şarkıları. Dünyaca tanınmasını sağlayan Back To Black albümü hakkında"Piyasa işi değil tabii ama yine de popüler bir albüm" diyerek çok sevdiği caz müziğinin dışında kaldığı için hafifçe serzenişte bulunmuştu. Fakat ben bayılırım bu albümdeki şarkılara. Özellikle büyük hayranı olduğum "Mad Men" dizisinin jenerik müziği "You Know I'm No Good" vazgeçilmezimdir. "Müziğiyle baş başa bıraksalardı da söylemeye devam etseydi" diye düşünürdüm ama daha sonra anladım ki Amy, bu dünyaya ait olmayan huzursuz ruhlardan. Erken yaşta bu dünyayı terk edeceği belli olanlardan. Belgeseli hüzün duygusuyla seyrettim. Ve şunu bir daha anladım ki, düşersen tekme vuran çok olacak. Zor durumda olup toparlanmaya çalışan Amy'yle acımasızca alay eden Amerikan basını ve medyasının tavrı bir kez daha nefret ettiriyor kendisinden. Ama böyledir bu. Dediğim gibi, düşersen tekmelerler. Amy Winehouse sevenlerinin etkileneceği ve aynı zamanda bir hayat dersi de çıkaracağı belgeseli tavsiye ediyorum. En sevdiğim Amy şarkısını da ekleyiveriyorum efendim.
Şu an üzerimde battaniye, elimde bir fincan yeşil çay, pencere kenarına kurulmuş yazıyorum ve dışarıya göz attıkça titriyorum. Evden çıkmak içimizden gelmiyor bugün. Orhun okula gitti geldi, biraz uyudu, odasında bilgisayarın başına geçti. Eşim büyük kanepeye yayılmış, 2.Dünya Savaşı'yla ilgili bir film seyrediyor. Yemek hazırlığına geçmeden önce biraz yazayım istedim.
Dün Amy Winehouse belgeselini izledim. Başka bir işim dolayısıyla Nişantaşı'ndaydım ve fırsat yaratıp sinemaya da attım kendimi. Her sinema salonunda gösterilmiyor malum. City's Cinemaximum'da gördüğüm için mutlu oldum. Hafta içi öğlen saatlerinde olduğu için ancak birkaç kişiyi bulan seyirci grubuyla izledik genç yaşta hayatını kaybedip, 27'likler grubuna katılan İngiliz şarkıcı Amy Winehouse'ın gerçek kamera çekimlerinden oluşan belgeselini. 14-15 yaşlarındaki görüntüleriyle başladı hikaye. Devamlı elinde bir lolipop. İleride kapılacağı bulimia çılgınlığını işaret eder gibi, çok yemek yemekten şikayet halinde. Sonrasında, daha genç yaşta caz müziğe olan tutkusunu belli eden görüntüler. "Ünlü olacaksın" diyen arkadaşlarına "Ünlü olursam kendimi öldürürüm" deyişi. Ama güçlü ve farklı sesinin etkisiyle önlenemez bir şekilde yükselişi... Arka arkaya gelen ödüller. Şöhreti kaldıramayan hassas bir ruh. Ve ölümüne kadar peş peşe gelen olumsuz tesirler. Uyuşturucu bağımlısı Blake Fielder ile yaptığı yıkıcı evlilik. "Kocam mutluysa mutluyum" diye diye uçuruma sürüklenişi. Silik bir anne, çocukken ilgilenmeyen ama ünlü olduktan sonra kızının yanından ayrılmayıp etkisi altında bırakan baba. Genç yaştan itibaren kullanılan uyuşturucu ve alkol. Düşkün halini fotoğraflamak için peşinden ayrılmayan paparazzi ordusu. Tüm bunlar sadece müzik yapmak isteyen, caz şarkıcılığının gereği olarak yalnızca ufak gruplara söylemek isterken tüm dünyanın gözü önüne çıkmak durumunda kalan, arkasında durup ona "Hayır" diyebilecek birinin desteğini bekleyen Amy'yi genç yaşta ölüme götüren etkenler. Oysa ne güzel bir sesi vardı ve ne güzel şarkıları. Dünyaca tanınmasını sağlayan Back To Black albümü hakkında"Piyasa işi değil tabii ama yine de popüler bir albüm" diyerek çok sevdiği caz müziğinin dışında kaldığı için hafifçe serzenişte bulunmuştu. Fakat ben bayılırım bu albümdeki şarkılara. Özellikle büyük hayranı olduğum "Mad Men" dizisinin jenerik müziği "You Know I'm No Good" vazgeçilmezimdir. "Müziğiyle baş başa bıraksalardı da söylemeye devam etseydi" diye düşünürdüm ama daha sonra anladım ki Amy, bu dünyaya ait olmayan huzursuz ruhlardan. Erken yaşta bu dünyayı terk edeceği belli olanlardan. Belgeseli hüzün duygusuyla seyrettim. Ve şunu bir daha anladım ki, düşersen tekme vuran çok olacak. Zor durumda olup toparlanmaya çalışan Amy'yle acımasızca alay eden Amerikan basını ve medyasının tavrı bir kez daha nefret ettiriyor kendisinden. Ama böyledir bu. Dediğim gibi, düşersen tekmelerler. Amy Winehouse sevenlerinin etkileneceği ve aynı zamanda bir hayat dersi de çıkaracağı belgeseli tavsiye ediyorum. En sevdiğim Amy şarkısını da ekleyiveriyorum efendim.