Birkaç senedir her evlilik yıldönümümüzde farklı bir şehre seyahat etmeyi, yani gezerek kutlamayı adet edindik. Uzuuun yıllardır beraberiz, çocuğu da büyüttük, artık rahat rahat gezelim görelim modu:) Evlilik yıldönümünü bahane yapıyoruz işte. Bir de Nisan ayına denk geldiği için, yorucu kış mevsiminden çıkıp kısa bir bahar tatili yapmak iyi oluyor. Daha önce görmediğimiz yerleri görüyoruz. Önceki yıllarda Gaziantep ve Denizli'ye gitmiştik mesela. Antep'e gitmek için başka fırsat olmaz belki diye Orhun'u da götürmüştük. Yoksa genelde satıyoruz kendisini:) Bu sene Antalya'yı tercih ettik. Daha önce civar bölgelerinde yaz tatili için kalmışlığımız çoktu ama merkezini gezme fırsatımız olmamıştı hiç. Tarihi Kaleiçi'nde konakladık, Düden Şelalesi'ne gittik, daha önce göremediğim ancak çok istediğim Antalya Müzesi'ni gezdik. Güzeldi. Hava da mis gibiydi.
Şimdi gelelim turistik ayrıntılara:
Efendim Antalya'ya birçok havayolunun çok fazla uçuşu var. Kampanya zamanına denk getirip uygun fiyatlarlarla sadece 45 dakikada Antalya'da olabilirsiniz. Biz THY'nin sabah 8.30 civarındaki uçağına bindik. A330'la uçtuk. Yani büyük uçakla. Çünkü Antalya yolcusu hakikaten çok fazla. Turistik amaçla gidenler, öğrenciler, fuarlara katılanlar, iş yapanlar... Antalya'ya gitme nedeni çok fazla yani.
Havalanı çıkışında hemen belediye otobüslerine yöneldik. Herkes öyle yapıyordu çünkü. Sorup soruştururken Havataş görevlisi bile "isterseniz belediye otobüsüne binin" dedi. Kaleiçi için en uygunu buymuş. Belli sayıda kullanımları olan Antalya Kart otobüs şoförlerinden satın alınabiliyor.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Kaleiçi'ne en yakın durakta inip biraz yürüdük. Önce şehrin kurucusu II.Attalos'a selam çaktık.
Geçen sene Pamukkale Hierapolis'te ağabeyi II.Eumenes ile müşerref olmuştuk.
O da Hierapolis'in kurucusuydu. Attalos ağabeyini o kadar çok severmiş ki "kardeşini seven" lakabıyla anılırmış.
Antalya'nın eski şehir merkezi olan Kaleiçi tahmin edeceğiniz gibi zamanında (M.Ö 2.yydan itibaren) surlarla çevriliymiş. Evliya Çelebi bu surların 4400 m. uzunluğa ve 80 kuleye sahip olduğunu belirtmiş. Kaleiçi mevkiinde Roma İmparatorluğu'ndan tutun, Selçuklular'a, Osmanlı İmparatorluğu'na kadar topraklarımızda hüküm sürmüş uygarlıkların yapılarını bir arada görmek mümkün. Müthiş bir zenginlik.
Otelimize eşyaları bıraktıktan sonra önce Kaleiçi'nde biraz turladık. Ardından restore edilmiş tarihi evleriyle, hoş kafeleriyle, seyir terasıyla dikkat çeken Hıdırlık Sokak'a tırmandık. Tarihi dokunun içerisindeki zaman yolculuğundan sonra bu kez tepeden aşağı bakarak coğrafi zenginliğimizin haşmeti karşısında şapka çıkardık.
Hava sıcak, ayağımızın tozuyla epeyi yürüdük, haliyle mideler kazınmaya başladı. Yine aynı şirin sokakta yer alan ve Foursquare, Tripadvisor gibi sitelerde bol yıldıza ve övgüye sahip olan Çay Tea's Lunchroom'u bulduk. Çok sevdiğim gezgin dostum
Aslı Bora'nın da şiddetle tavsiye ettiği bir yer olması dolayısıyla öğle yemeği için başka yer aramadık.
Ve gördük ki Çay Tea's Lunchroom bütün övgüleri hak ediyor. Eski bir Antalya evi burası. Her bir köşesi ayrı özenle, ince bir zevkle düzenlenmiş. Her odanın ayrı bir konsepti var. Avlusu, kapı önü, salonu, her yeri nostalji kokan eski eşyalarla dekore edilmiş. Bu eşyaları satın almak da mümkün.
Çalışanlar çok tatlı. Daha biz kapının önünde aradığımız yerden emin olmak için duraklamışken, "isterseniz içeriyi gezebilirsiniz" dediler. "Yok" dedik, "Biz oturacağız" :) Hakikaten müze gibi bir kafe burası. Üstelik yiyecek, içecek konusunda da çok başarılı. Fotoğraflar yetersiz kalıyor, yolu düşenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.
Biz 5 Çay'ı Odası'nı seçtik oturmak için. İngiliz tarzında döşenmiş olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Çok şirindi çok.
Bu güzel mekanda karnımızı doyurup enerji depoladıktan sonra "haydi" dedim eşime, "Düden Şelalesi'ne gidelim". Biraz da yeşile doyalım ama değil mi?
Sorduk soruşturduk, otobüslerin Doğu Otogarı denen civardan geçtiğini öğrendik. Yürüyerek ulaştık o bölgeye ama sorduğumuz kişiler "şuradan geçiyor, buradan geçiyor" dedikçe ve biz sağa sola savruldukça gereksiz yere vakit kaybettiğimizi düşünüp taksi durağına yöneldik. Düden Şelalesi için tarife 30 lira idi. "25 olur mu?" dedim. Normalde kesinlikle pazarlık yapamam, yapamadığım için yeltenmem bile. Amca da "olsun" dedi:) Zaten orada oturuyormuş, araba onunmuş. Yolculuk boyunca yayladaki evinden, şehirdeki evinden, yiyeceklerini doğal yollarla kendilerinin yetiştirdiklerinden bahsetti bol bol. Tok satıcıya denk geldik:) "Paranız varsa arsa alın" falan dedi de "o kadar yok" dedik:) Zevkli bir yolculukla şelaleye ulaştık vesselam.
Düden Şelalesi'ne giriş ücretli. 3 lira. Bu bahsettiğim yer, doğduğu yer. Bir de Lara'da Akdeniz'e döküldüğü yer var. Orası bir şehir parkı şeklinde düzenlenmiş.
Epeyi bir vakit geçirdik burada. Bol bol yürüdük, gürül gürül akan suları seyrettik, yorulunca oturup dinlendik milleti seyrettik, bir sürü fotoğraf çektik, ilk kez aldığım selfie çubuğumuzu denedik:)
Yine Evliya Çelebi'nin dediğine göre vakti zamanında şehirdeki 200 çeşmeye Düden Şelalesi kaynaklık etmekteymiş.
Şelaleden şehre dönüşü bu kez otobüsle yaptık. Çünkü bu kez kolaydı ve Antalya Kartı'mız vardı:) Otobüs durağı çıkışın hemen karşısında ve sık sık araç var.
Kaleiçi'ne gittiğimizde yat limanına ve eski şehre bir de akşamüstü ışığında bakalım dedik. Seyir teraslarında geze geze oyalandık.
Seyir teraslarına çıkan asansör. Alt kısmında Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi var. Burası için vakit ayıramadık. Bir başka sefere artık.
Akşam yemeği için şehrin meşhur restoranı 7 Mehmet'i tercih ettik. Merkezin biraz dışında, bahçe içinde, bir kısmı deniz manzaralı, ferah ve şık bir mekan. Şehre gelen yerli turistlerin tercih ettiği bir restoran. Sanatçıları, medya ve spor dünyasının ünlü isimlerini de görmek mümkün burada. Fakat pahalı bir yer olduğu sanılmasın, fiyatlar gayet makul.
Yemekten sonra yine Kaleiçi'nde havanın güzel oluşundan faydalanıp dışarıya masa atmış cafe-barların bulunduğu sokaklarda sohbete oturduk. Keyifli, bol kahkahalı bir ortam vardı cumartesi gecesi Kaleiçi'nde. Herhangi bir Avrupa şehrinin Old Town denen bölgesinden hiçbir farkı yoktu. Çoğunluğu yerli turist, Antalya'nın yerlileri ve öğrenciler oluşturuyordu. Yabancı turist ne yazık ki çok çok azdı. Esnafın da başlıca sohbet konusu bu. Önümüzdeki yazdan haklı olarak çok endişeliler. Bilemiyorum turizm açısından bu yaz nasıl geçecek bizim için. Pek parlak görünmüyor. İnanın geçenlerde Tophane civarında ve bu kez Antalya'da gördüğüm tek tük turisti sarılıp öpesim geldi. Bu devirde biz bile gezmeye korkarken; korkmadan, gaza gelmeden ülkemizi tercih etmeleri takdire şayan. Neyse, bu derin bir mevzu.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Antalya Müzesi'ne doğru yola koyulduk. Dediğim gibi ziyaret etmeyi çok istiyordum. Türkiye'nin en önemli müzelerinden biri.
Müze Konyaaltı'nda. Konyaaltı çok temiz, şık bir bölge. Merkezden Konyaaltı'na giderken evler, mağazalar şekil değiştirmeye başlıyor.
Biz taksiyle ulaştık müzeye ancak tabii ki buradan geçen otobüsler olduğu gibi tramvaya binmek de mümkün. Tramvayın son durağı müzenin hemen karşısı.
Öyle olduğunu bilseydik aslında bu şekilde gelmeyi tercih ederdim.
Bir kere bu müzede düzenleme çok iyi. Civar ilçelerden, antik kentlerden bulunan eserler, insanın ortaya çıktığı ilk zamandan bugüne kadar olan kültürel gelişimi akıllarda kolayca yer edecek şekilde kronolojik olarak sergilenmekte.
Fakat müzenin asıl numarası 2.yy'a ait Roma heykelleri... Muazzam... Hepsi muazzam. İmparator Hadrian, Caracalla, Trajan bütün haşmetleriyle bu müzedeler.
Zeus, Apollon, Athena, Dyonisos ve nice mitolojik tanrı da bu müzede.
Diğer yarısının yıllar sonra Amerika'dan getirilmesiyle muhteşem tamamlığına kavuşmuş Yorgun Herakles de burada.
Perge Salonu, Lahitler Salonu, Mozaik Salonu, Etnografya Salonları...
Antalya Müzesi, bu toprakların kıymetini tekrar tekrar hatırlatan müzelerden biri.
Müzeden ayrılmak zor. Ancak bizim hafta sonu kaçamağımız sona ermek üzere. Dönüş uçağımız 18.20'de. Antalya'daki son birkaç saati nerede geçirelim diye düşünürken Konyaaltı'nda kalmaya karar veriyoruz. Müzenin hemen karşısına geçip, Konyaaltı Plajı manzaralı bir restorana oturuyoruz. Bu sıradaki restoranlar çok keyifli. İsteyen sadece çayını kahvesini içiyor, isteyen güzel bir balık ziyafeti çekiyor.
Denize giren o kadar çoktu ki. İmrendim. Antalya'da yaşayanlara deniz sezonu açılmış:(
Kısa Antalya maceramız böyleydi. Antalya bize iyi geldi. Şehirde 23 Nisan'da başlayacak Çiçek ve Çocuk temalı Expo 2016 ve TRT'nin 23 Nisan şenliği için belirgin bir coşku vardı. Expo 2016, basından takip ettiğim kadarıyla çok önemli bir uluslararası organizasyon. Kasım ayına kadar sürecekmiş. Yolu düşenler gezmeli derim.
Kısıtlı bir zaman dilimine çok şey sığdırmamıza rağmen daha onlarca görülecek, gezilecek, yapılacak şey var Antalya'da. Yaz tatilinde denizinden, güneşinden faydalanmak bir yana; böylesi bahar aylarında şehrin tadını çıkarmak ayrı keyifli. Bizi çok iyi ağırladılar, umarım Antalya halkı için yaz ayları bereketli geçer.
Şimdi gelelim turistik ayrıntılara:
Efendim Antalya'ya birçok havayolunun çok fazla uçuşu var. Kampanya zamanına denk getirip uygun fiyatlarlarla sadece 45 dakikada Antalya'da olabilirsiniz. Biz THY'nin sabah 8.30 civarındaki uçağına bindik. A330'la uçtuk. Yani büyük uçakla. Çünkü Antalya yolcusu hakikaten çok fazla. Turistik amaçla gidenler, öğrenciler, fuarlara katılanlar, iş yapanlar... Antalya'ya gitme nedeni çok fazla yani.
Havalanı çıkışında hemen belediye otobüslerine yöneldik. Herkes öyle yapıyordu çünkü. Sorup soruştururken Havataş görevlisi bile "isterseniz belediye otobüsüne binin" dedi. Kaleiçi için en uygunu buymuş. Belli sayıda kullanımları olan Antalya Kart otobüs şoförlerinden satın alınabiliyor.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Kaleiçi'ne en yakın durakta inip biraz yürüdük. Önce şehrin kurucusu II.Attalos'a selam çaktık.
Geçen sene Pamukkale Hierapolis'te ağabeyi II.Eumenes ile müşerref olmuştuk.
O da Hierapolis'in kurucusuydu. Attalos ağabeyini o kadar çok severmiş ki "kardeşini seven" lakabıyla anılırmış.
Antalya'nın eski şehir merkezi olan Kaleiçi tahmin edeceğiniz gibi zamanında (M.Ö 2.yydan itibaren) surlarla çevriliymiş. Evliya Çelebi bu surların 4400 m. uzunluğa ve 80 kuleye sahip olduğunu belirtmiş. Kaleiçi mevkiinde Roma İmparatorluğu'ndan tutun, Selçuklular'a, Osmanlı İmparatorluğu'na kadar topraklarımızda hüküm sürmüş uygarlıkların yapılarını bir arada görmek mümkün. Müthiş bir zenginlik.
![]() |
Yivli Minare. 13.yy Selçuklu |
Otelimize eşyaları bıraktıktan sonra önce Kaleiçi'nde biraz turladık. Ardından restore edilmiş tarihi evleriyle, hoş kafeleriyle, seyir terasıyla dikkat çeken Hıdırlık Sokak'a tırmandık. Tarihi dokunun içerisindeki zaman yolculuğundan sonra bu kez tepeden aşağı bakarak coğrafi zenginliğimizin haşmeti karşısında şapka çıkardık.
Hava sıcak, ayağımızın tozuyla epeyi yürüdük, haliyle mideler kazınmaya başladı. Yine aynı şirin sokakta yer alan ve Foursquare, Tripadvisor gibi sitelerde bol yıldıza ve övgüye sahip olan Çay Tea's Lunchroom'u bulduk. Çok sevdiğim gezgin dostum
Aslı Bora'nın da şiddetle tavsiye ettiği bir yer olması dolayısıyla öğle yemeği için başka yer aramadık.
Ve gördük ki Çay Tea's Lunchroom bütün övgüleri hak ediyor. Eski bir Antalya evi burası. Her bir köşesi ayrı özenle, ince bir zevkle düzenlenmiş. Her odanın ayrı bir konsepti var. Avlusu, kapı önü, salonu, her yeri nostalji kokan eski eşyalarla dekore edilmiş. Bu eşyaları satın almak da mümkün.
Çalışanlar çok tatlı. Daha biz kapının önünde aradığımız yerden emin olmak için duraklamışken, "isterseniz içeriyi gezebilirsiniz" dediler. "Yok" dedik, "Biz oturacağız" :) Hakikaten müze gibi bir kafe burası. Üstelik yiyecek, içecek konusunda da çok başarılı. Fotoğraflar yetersiz kalıyor, yolu düşenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.
Biz 5 Çay'ı Odası'nı seçtik oturmak için. İngiliz tarzında döşenmiş olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Çok şirindi çok.
![]() |
Bir başka oda |
Sorduk soruşturduk, otobüslerin Doğu Otogarı denen civardan geçtiğini öğrendik. Yürüyerek ulaştık o bölgeye ama sorduğumuz kişiler "şuradan geçiyor, buradan geçiyor" dedikçe ve biz sağa sola savruldukça gereksiz yere vakit kaybettiğimizi düşünüp taksi durağına yöneldik. Düden Şelalesi için tarife 30 lira idi. "25 olur mu?" dedim. Normalde kesinlikle pazarlık yapamam, yapamadığım için yeltenmem bile. Amca da "olsun" dedi:) Zaten orada oturuyormuş, araba onunmuş. Yolculuk boyunca yayladaki evinden, şehirdeki evinden, yiyeceklerini doğal yollarla kendilerinin yetiştirdiklerinden bahsetti bol bol. Tok satıcıya denk geldik:) "Paranız varsa arsa alın" falan dedi de "o kadar yok" dedik:) Zevkli bir yolculukla şelaleye ulaştık vesselam.
Düden Şelalesi'ne giriş ücretli. 3 lira. Bu bahsettiğim yer, doğduğu yer. Bir de Lara'da Akdeniz'e döküldüğü yer var. Orası bir şehir parkı şeklinde düzenlenmiş.
Epeyi bir vakit geçirdik burada. Bol bol yürüdük, gürül gürül akan suları seyrettik, yorulunca oturup dinlendik milleti seyrettik, bir sürü fotoğraf çektik, ilk kez aldığım selfie çubuğumuzu denedik:)
Yine Evliya Çelebi'nin dediğine göre vakti zamanında şehirdeki 200 çeşmeye Düden Şelalesi kaynaklık etmekteymiş.
Şelaleden şehre dönüşü bu kez otobüsle yaptık. Çünkü bu kez kolaydı ve Antalya Kartı'mız vardı:) Otobüs durağı çıkışın hemen karşısında ve sık sık araç var.
Kaleiçi'ne gittiğimizde yat limanına ve eski şehre bir de akşamüstü ışığında bakalım dedik. Seyir teraslarında geze geze oyalandık.
Seyir teraslarına çıkan asansör. Alt kısmında Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi var. Burası için vakit ayıramadık. Bir başka sefere artık.
Akşam yemeği için şehrin meşhur restoranı 7 Mehmet'i tercih ettik. Merkezin biraz dışında, bahçe içinde, bir kısmı deniz manzaralı, ferah ve şık bir mekan. Şehre gelen yerli turistlerin tercih ettiği bir restoran. Sanatçıları, medya ve spor dünyasının ünlü isimlerini de görmek mümkün burada. Fakat pahalı bir yer olduğu sanılmasın, fiyatlar gayet makul.
Yemekten sonra yine Kaleiçi'nde havanın güzel oluşundan faydalanıp dışarıya masa atmış cafe-barların bulunduğu sokaklarda sohbete oturduk. Keyifli, bol kahkahalı bir ortam vardı cumartesi gecesi Kaleiçi'nde. Herhangi bir Avrupa şehrinin Old Town denen bölgesinden hiçbir farkı yoktu. Çoğunluğu yerli turist, Antalya'nın yerlileri ve öğrenciler oluşturuyordu. Yabancı turist ne yazık ki çok çok azdı. Esnafın da başlıca sohbet konusu bu. Önümüzdeki yazdan haklı olarak çok endişeliler. Bilemiyorum turizm açısından bu yaz nasıl geçecek bizim için. Pek parlak görünmüyor. İnanın geçenlerde Tophane civarında ve bu kez Antalya'da gördüğüm tek tük turisti sarılıp öpesim geldi. Bu devirde biz bile gezmeye korkarken; korkmadan, gaza gelmeden ülkemizi tercih etmeleri takdire şayan. Neyse, bu derin bir mevzu.
![]() |
Gece Hadrian Kapısı... M.S 2.yy |
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Antalya Müzesi'ne doğru yola koyulduk. Dediğim gibi ziyaret etmeyi çok istiyordum. Türkiye'nin en önemli müzelerinden biri.
Müze Konyaaltı'nda. Konyaaltı çok temiz, şık bir bölge. Merkezden Konyaaltı'na giderken evler, mağazalar şekil değiştirmeye başlıyor.
Biz taksiyle ulaştık müzeye ancak tabii ki buradan geçen otobüsler olduğu gibi tramvaya binmek de mümkün. Tramvayın son durağı müzenin hemen karşısı.
Öyle olduğunu bilseydik aslında bu şekilde gelmeyi tercih ederdim.
Gelelim Antalya Müzesi'ne.
Bir kere bu müzede düzenleme çok iyi. Civar ilçelerden, antik kentlerden bulunan eserler, insanın ortaya çıktığı ilk zamandan bugüne kadar olan kültürel gelişimi akıllarda kolayca yer edecek şekilde kronolojik olarak sergilenmekte.
Fakat müzenin asıl numarası 2.yy'a ait Roma heykelleri... Muazzam... Hepsi muazzam. İmparator Hadrian, Caracalla, Trajan bütün haşmetleriyle bu müzedeler.
![]() |
Desen çalışan öğrenciler |
Zeus, Apollon, Athena, Dyonisos ve nice mitolojik tanrı da bu müzede.
Diğer yarısının yıllar sonra Amerika'dan getirilmesiyle muhteşem tamamlığına kavuşmuş Yorgun Herakles de burada.
Ben Antalya Müzesi'nde mutlu, ben Antalya Müzesi'nde huzurlu:)
Perge Salonu, Lahitler Salonu, Mozaik Salonu, Etnografya Salonları...
Her biri ayrı güzel.
Antalya Müzesi, bu toprakların kıymetini tekrar tekrar hatırlatan müzelerden biri.
Müzeden ayrılmak zor. Ancak bizim hafta sonu kaçamağımız sona ermek üzere. Dönüş uçağımız 18.20'de. Antalya'daki son birkaç saati nerede geçirelim diye düşünürken Konyaaltı'nda kalmaya karar veriyoruz. Müzenin hemen karşısına geçip, Konyaaltı Plajı manzaralı bir restorana oturuyoruz. Bu sıradaki restoranlar çok keyifli. İsteyen sadece çayını kahvesini içiyor, isteyen güzel bir balık ziyafeti çekiyor.
![]() |
Yiyeceğimize ortak olmak isteyen misafir |
Kaç ülkede var böyle bir plaj?
Denize giren o kadar çoktu ki. İmrendim. Antalya'da yaşayanlara deniz sezonu açılmış:(
Kısa Antalya maceramız böyleydi. Antalya bize iyi geldi. Şehirde 23 Nisan'da başlayacak Çiçek ve Çocuk temalı Expo 2016 ve TRT'nin 23 Nisan şenliği için belirgin bir coşku vardı. Expo 2016, basından takip ettiğim kadarıyla çok önemli bir uluslararası organizasyon. Kasım ayına kadar sürecekmiş. Yolu düşenler gezmeli derim.
Kısıtlı bir zaman dilimine çok şey sığdırmamıza rağmen daha onlarca görülecek, gezilecek, yapılacak şey var Antalya'da. Yaz tatilinde denizinden, güneşinden faydalanmak bir yana; böylesi bahar aylarında şehrin tadını çıkarmak ayrı keyifli. Bizi çok iyi ağırladılar, umarım Antalya halkı için yaz ayları bereketli geçer.