Orhun'u okuldaki ikinci yılı için Tallinn'e bıraktık, döndük. Bayram tatiline denk geldiği için birkaç gün kalarak küçük bir de seyahat gerçekleştirmiş olduk.
"Niye siz bırakıyorsunuz ki?" gibi aslında içinde birkaç anlam barındıran sorularla karşılaşmıyor değiliz. Yüz yüze de aynı cevabı veriyorum, buraya da not düşeyim: fırsat varken, canımız da öyle istiyorken öyle yapıyoruz. Yoksa tabii ki üniversite çağında bir çocuk kendi kendine gidebilir, eşyalarını yerleştirebilir. Yurt dışında okuyorsa, evde iş yapmaya alışık değilken orada yemek yapıp, çamaşırını yıkıyorsa, tabii ki giderken ve dönerken kendisi hareket edebilir. Ancak ilk başta eşyalarını düzenli yerleştirmek, yurt arkadaşlarıyla tanışmak, yıl sonunda da eksik bir şey kalmaması için yardım etmek bizi rahatlatıyor. Ayrıca sadece zevk için değil, dersleri için de götürdüğü bilgisayarını ve elektronik eşyalarını bavullarla birlikte tek başına taşıması çok zor. Devir eski devir değil. Biz büyükler bile en ufak seyahatte laptop, fotoğraf makinesi vs. taşıyoruz. Haliyle teknolojiyle içli dışlı olan gençlerin eşyası daha fazla oluyor. Önümüzdeki yaza kadar orada yaşayacağını düşünürsek taşınır gibi hareket ettik desem yeridir. Yani kısacası ve çok şükür ki yanında gidiyoruz kardeşim. Zaten yine hasretli günlere başladığım için hey heylerim tepemde, "gün gelecek çocuklar kendi kanatlarıyla uçacaklar" diye diye kendimi baskıladığım bir dönemdeyim, bu tip gereksiz sorular hakikaten sinirimi zıplatıyor:)
Şimdi gelelim işin seyahat kısmına:) Artık Tallinn'e alıştığımız için konaklama konusunda Airbnb'yi kullanıyoruz ve çok memnunuz. Üçüncü Airbnb rezervasyonunu gerçekleştirdik ve hepsinde farklı bir bölgede kaldığımız için şehri daha iyi tanımış olduk. Geçen sene ilk kez kiraladığımız ev komünizm döneminden izler taşıyan bir evdi. Estonya'da bu döneme dair konutların diğer demir perde ülkelerindeki gibi uzun, kalabalık ve sıkışık apartmanlar olmadığını belirtmeliyim. Zannediyorum nüfusun azlığından, küçük şehir olmaktan kaynaklanan bir durum bu. Fazla yüksek olmayan, çok fazla dairesi olmayan, 80'ler tarzında evler bunlar. İkinci kiraladığımız ev, şehrin modern yüzünü yansıtan rezidanslardan birindeydi. Bu binada öncekine göre çok daha fazla daire vardı örneğin. Bu kez kiraladığımız ise 19.yy.sonu-20.yy başlarında yapılmış, Baltık ülkelerine özgü tipik ahşap evlerdendi. Demem o ki ziyaretlerimizde otelde
değil de evde konakladığımız için tarihsel akış içinde oluşan farklı mimari tiplerini deneyimlemiş olduk.
Bu sene misafir olduğumuz binada her oda ayrı bir ev şeklinde düzenlenmiş. Yani yaşayanlar farklı. Pencerelerden gördüğüm kadarıyla her birinin oldukça modern ve zevkli bir tarzı vardı. Bizimki de çok güzeldi.
İki katlı odamızın pencereleri şöyle küçük bir bahçeye açılıyor, güzelim elma ağacına bakıyordu.
Merkeze bir parça uzak fakat Tallinn'i ziyaret etmek isteyen ve yürümekten kaçınmayanlara bu şirin evi tavsiye ederim. Evsahibi de çok tatlı bir arkadaş. Rezervasyonu çok önceden yaptırmıştık fakat bir gün geç gitmek zorunda kaldık ve talep etmediğimiz halde o bir gecenin ücretini bize iade etti. Sahalarda görmek istediğimiz hareketler bunlar. Her zaman gerçekleşmiyor malum.
Önceki ziyaretlerimizde şehrin tüm müzelerini gezdiğimiz için, değişik bir sergi olmadığı sürece işin kültürel kısmına deyinmeyip keyif ve kafa dinleme kısmına odaklanıyoruz artık. Bol bol yürüyoruz, farklı kafelerde oturuyoruz.
Ballı bira hala favorim.
Tamam bu dediklerimi yapıyoruz ama insan biraz farklılık da istiyor. O yüzden bu sefer atladık bir otobüse yakındaki şehirlerden birine, Tartu'ya gittik. Tartu Estonya'nın öğrenci şehri. Tartu Üniversitesi oldukça popüler. Bizim oğlanın istediği bölüm Tallinn Üniversitesi'nde olduğu için orayı tercih etti, yoksa burada okuması da mümkündü. Ama o zaman havalanından sonra iki buçuk saat daha yol almak zorunda kalırdık.
Tartu'yu ziyaret ettiğimiz gün devamlı yağmur yağmasına rağmen keyifliydik. Henüz sonbahar renklerine boyanmamış yemyeşil tarlaların arasında ve üstelik hafif bir yağmur altında süren yolculuk, İstanbul'un griliğinden ve kalabalığından bunalmış bünyemize çok iyi geldi. Estonya Ulusal Müzesi Tartu'da olduğu için şehre iner inmez rotamızı o yöne çevirdik. Hem müzeyi merak ediyordum, hem de yağmur o kadar şiddetlenmişti ki dışarıda gezmek ne yazık ki çok zordu.
Estonya Ulusal Müzesi iyi bir müze. Ülkenin tarihi sıkmayan, yormayan, akılda kalıcı bir sergilemeyle anlatılmış.
Ural Yankıları ya da Ural'dan Yankılar anlamına gelebilecek bir sergi özellikle ilgimi çekti.
Bu bölüme hiçbir yazıyı okumadan girdiğimde eşyaların, eşyalar üzerindeki tamgaların, kumaş desenlerinin feci şekilde tanıdık geldiğini gördüm. Dönüp serginin ismine ve açıklamasına bakınca Samiler'le ilgili olduğunu anladım. Samiler, Orta Asya'dan İskandinavya'ya geçmiş olan, İskandinavya'nın yerlisi sayılan topluluk.
Yerli olan her halk gibi onlar da İsveç'in, Norveç'in, Rusya'nın baskısına maruz kalmışlar ve bu hala devam etmekteymiş. Samiler'e Laponlar da deniyor. Bunu duyunca aklıma Laponya geldi. Laponya'nın ismini son zamanlarda o bölgeye doğru artan turistik seyahatlerden hatırlıyorum. Laponya bir ülke değil. Finlandiya ve İsveç'in en kuzeyinde yer alan bölgeye deniyormuş. Bir süredir o bölgenin turistik tanıtımı fazlaca yapılıyor. Birçok köşe yazarının davetli olarak gittiğini ve yolculuk deneyimlerini yazdıklarını hatırlıyorum. Bölük pörçük çağrışımlar yaşasam da sergiyi gezerken bu konu hakkında ne kadar az bilgim olduğunu fark ettim ve araştırmak için aklıma yazdım. Gezip görmenin faydaları bunlar.
Tartu'daki Estonya Ulusal Müzesi'nin karşısında şöyle ilginç bir ev var.
İçindeki eşyalar da eve uygun olarak ters yerleştirilmiş. Dolayısıyla fotoğraf çektirdiğinde baş aşağı durmuş gibi oluyorsun. İlginç bir aktivite fakat hem zamanımız kısıtlı olduğu için hem de 7.5 Euro'yu pahalı bulduğum için girmedik.
Müze ziyaretinden sonra dönüş saatine kadar kalan zamanımızı değerlendirmek için eski şehir meydanına yöneldik. Islandığımız için pek memnun değildik fakat doğrusunu söylemek gerekirse şu heykeli yağmur altında görmek keyifliydi.
Heykeli görünce Prevert'in şiiri geldi aklıma:
"...Hatırla Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest'e durmadan
Siam caddesinde rastladım sana
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum..."
Aslında okuduğum şiirleri hatırlama ve zamanı gelince kullanma gibi bir özelliğim yoktur ve bunu yapabilenleri takdir ederim. Ancak sanırım yağmur altında sevdiceğimle gezerken böyle bir heykele rastlayınca beynimde bazı bölümler harekete geçti ve çağrışım yaptı:) Hatırla Barbara isimli şiir bu kadar değil tabii, benim bildiğim ve hatırladığım kısmı bu kadar:)
Tartu'nun tarihi merkezinde yer alan yapılar Tallinn'dekiler kadar eski zamanlara ait değiller ne yazık ki. Zira 18.yy.'da yaşanan büyük bir yangın şehrin çehresini değiştirmiş.
Bugün Tartu Sanat Müzesi olarak kullanılan ve yangının hemen sonrasında inşa edilen bu bina kentin simgelerinden biri. Gözle görülür şekilde yamukluğa neden olan ve zeminden kaynaklanan eğimin açısı Pisa Kulesi'nden fazlaymış.
Biraz yağmur, biraz vakit darlığı derken Tartu'yu ancak bu kadar gezebildik. Dönüş yoluna koyulmadan önce hoş bir pub'a girdik ve yağmurdan kaçıp kapalı mekanlara sığınan turist kalabalığının neşeli gürültüsü içinde karnımızı doyurduk, dinlendik.
Benim Estonya yazılarım ufak ufak devam eder böyle. Aklım, kalbim orada. İyisi mi işe bir gezgin mantığıyla yaklaşayım ve önceki yazılarımı da şuraya ekleyeyim.
O taraflara seyahati düşünenler varsa faydalı olacaktır.
Estonlar Şarkı Söyleyince
Estonya, Tallinn ve Diğer Şeyler
Tallinn'de Neler Tattım?
"Niye siz bırakıyorsunuz ki?" gibi aslında içinde birkaç anlam barındıran sorularla karşılaşmıyor değiliz. Yüz yüze de aynı cevabı veriyorum, buraya da not düşeyim: fırsat varken, canımız da öyle istiyorken öyle yapıyoruz. Yoksa tabii ki üniversite çağında bir çocuk kendi kendine gidebilir, eşyalarını yerleştirebilir. Yurt dışında okuyorsa, evde iş yapmaya alışık değilken orada yemek yapıp, çamaşırını yıkıyorsa, tabii ki giderken ve dönerken kendisi hareket edebilir. Ancak ilk başta eşyalarını düzenli yerleştirmek, yurt arkadaşlarıyla tanışmak, yıl sonunda da eksik bir şey kalmaması için yardım etmek bizi rahatlatıyor. Ayrıca sadece zevk için değil, dersleri için de götürdüğü bilgisayarını ve elektronik eşyalarını bavullarla birlikte tek başına taşıması çok zor. Devir eski devir değil. Biz büyükler bile en ufak seyahatte laptop, fotoğraf makinesi vs. taşıyoruz. Haliyle teknolojiyle içli dışlı olan gençlerin eşyası daha fazla oluyor. Önümüzdeki yaza kadar orada yaşayacağını düşünürsek taşınır gibi hareket ettik desem yeridir. Yani kısacası ve çok şükür ki yanında gidiyoruz kardeşim. Zaten yine hasretli günlere başladığım için hey heylerim tepemde, "gün gelecek çocuklar kendi kanatlarıyla uçacaklar" diye diye kendimi baskıladığım bir dönemdeyim, bu tip gereksiz sorular hakikaten sinirimi zıplatıyor:)
Şimdi gelelim işin seyahat kısmına:) Artık Tallinn'e alıştığımız için konaklama konusunda Airbnb'yi kullanıyoruz ve çok memnunuz. Üçüncü Airbnb rezervasyonunu gerçekleştirdik ve hepsinde farklı bir bölgede kaldığımız için şehri daha iyi tanımış olduk. Geçen sene ilk kez kiraladığımız ev komünizm döneminden izler taşıyan bir evdi. Estonya'da bu döneme dair konutların diğer demir perde ülkelerindeki gibi uzun, kalabalık ve sıkışık apartmanlar olmadığını belirtmeliyim. Zannediyorum nüfusun azlığından, küçük şehir olmaktan kaynaklanan bir durum bu. Fazla yüksek olmayan, çok fazla dairesi olmayan, 80'ler tarzında evler bunlar. İkinci kiraladığımız ev, şehrin modern yüzünü yansıtan rezidanslardan birindeydi. Bu binada öncekine göre çok daha fazla daire vardı örneğin. Bu kez kiraladığımız ise 19.yy.sonu-20.yy başlarında yapılmış, Baltık ülkelerine özgü tipik ahşap evlerdendi. Demem o ki ziyaretlerimizde otelde
değil de evde konakladığımız için tarihsel akış içinde oluşan farklı mimari tiplerini deneyimlemiş olduk.
Bu sene misafir olduğumuz binada her oda ayrı bir ev şeklinde düzenlenmiş. Yani yaşayanlar farklı. Pencerelerden gördüğüm kadarıyla her birinin oldukça modern ve zevkli bir tarzı vardı. Bizimki de çok güzeldi.
İki katlı odamızın pencereleri şöyle küçük bir bahçeye açılıyor, güzelim elma ağacına bakıyordu.
Merkeze bir parça uzak fakat Tallinn'i ziyaret etmek isteyen ve yürümekten kaçınmayanlara bu şirin evi tavsiye ederim. Evsahibi de çok tatlı bir arkadaş. Rezervasyonu çok önceden yaptırmıştık fakat bir gün geç gitmek zorunda kaldık ve talep etmediğimiz halde o bir gecenin ücretini bize iade etti. Sahalarda görmek istediğimiz hareketler bunlar. Her zaman gerçekleşmiyor malum.
Önceki ziyaretlerimizde şehrin tüm müzelerini gezdiğimiz için, değişik bir sergi olmadığı sürece işin kültürel kısmına deyinmeyip keyif ve kafa dinleme kısmına odaklanıyoruz artık. Bol bol yürüyoruz, farklı kafelerde oturuyoruz.
Ballı bira hala favorim.
Tamam bu dediklerimi yapıyoruz ama insan biraz farklılık da istiyor. O yüzden bu sefer atladık bir otobüse yakındaki şehirlerden birine, Tartu'ya gittik. Tartu Estonya'nın öğrenci şehri. Tartu Üniversitesi oldukça popüler. Bizim oğlanın istediği bölüm Tallinn Üniversitesi'nde olduğu için orayı tercih etti, yoksa burada okuması da mümkündü. Ama o zaman havalanından sonra iki buçuk saat daha yol almak zorunda kalırdık.
Tartu'yu ziyaret ettiğimiz gün devamlı yağmur yağmasına rağmen keyifliydik. Henüz sonbahar renklerine boyanmamış yemyeşil tarlaların arasında ve üstelik hafif bir yağmur altında süren yolculuk, İstanbul'un griliğinden ve kalabalığından bunalmış bünyemize çok iyi geldi. Estonya Ulusal Müzesi Tartu'da olduğu için şehre iner inmez rotamızı o yöne çevirdik. Hem müzeyi merak ediyordum, hem de yağmur o kadar şiddetlenmişti ki dışarıda gezmek ne yazık ki çok zordu.
Estonya Ulusal Müzesi iyi bir müze. Ülkenin tarihi sıkmayan, yormayan, akılda kalıcı bir sergilemeyle anlatılmış.
Ural Yankıları ya da Ural'dan Yankılar anlamına gelebilecek bir sergi özellikle ilgimi çekti.
Bu bölüme hiçbir yazıyı okumadan girdiğimde eşyaların, eşyalar üzerindeki tamgaların, kumaş desenlerinin feci şekilde tanıdık geldiğini gördüm. Dönüp serginin ismine ve açıklamasına bakınca Samiler'le ilgili olduğunu anladım. Samiler, Orta Asya'dan İskandinavya'ya geçmiş olan, İskandinavya'nın yerlisi sayılan topluluk.
Yerli olan her halk gibi onlar da İsveç'in, Norveç'in, Rusya'nın baskısına maruz kalmışlar ve bu hala devam etmekteymiş. Samiler'e Laponlar da deniyor. Bunu duyunca aklıma Laponya geldi. Laponya'nın ismini son zamanlarda o bölgeye doğru artan turistik seyahatlerden hatırlıyorum. Laponya bir ülke değil. Finlandiya ve İsveç'in en kuzeyinde yer alan bölgeye deniyormuş. Bir süredir o bölgenin turistik tanıtımı fazlaca yapılıyor. Birçok köşe yazarının davetli olarak gittiğini ve yolculuk deneyimlerini yazdıklarını hatırlıyorum. Bölük pörçük çağrışımlar yaşasam da sergiyi gezerken bu konu hakkında ne kadar az bilgim olduğunu fark ettim ve araştırmak için aklıma yazdım. Gezip görmenin faydaları bunlar.
Tartu'daki Estonya Ulusal Müzesi'nin karşısında şöyle ilginç bir ev var.
İçindeki eşyalar da eve uygun olarak ters yerleştirilmiş. Dolayısıyla fotoğraf çektirdiğinde baş aşağı durmuş gibi oluyorsun. İlginç bir aktivite fakat hem zamanımız kısıtlı olduğu için hem de 7.5 Euro'yu pahalı bulduğum için girmedik.
Müze ziyaretinden sonra dönüş saatine kadar kalan zamanımızı değerlendirmek için eski şehir meydanına yöneldik. Islandığımız için pek memnun değildik fakat doğrusunu söylemek gerekirse şu heykeli yağmur altında görmek keyifliydi.
Heykeli görünce Prevert'in şiiri geldi aklıma:
"...Hatırla Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest'e durmadan
Siam caddesinde rastladım sana
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum..."
Aslında okuduğum şiirleri hatırlama ve zamanı gelince kullanma gibi bir özelliğim yoktur ve bunu yapabilenleri takdir ederim. Ancak sanırım yağmur altında sevdiceğimle gezerken böyle bir heykele rastlayınca beynimde bazı bölümler harekete geçti ve çağrışım yaptı:) Hatırla Barbara isimli şiir bu kadar değil tabii, benim bildiğim ve hatırladığım kısmı bu kadar:)
Tartu'nun tarihi merkezinde yer alan yapılar Tallinn'dekiler kadar eski zamanlara ait değiller ne yazık ki. Zira 18.yy.'da yaşanan büyük bir yangın şehrin çehresini değiştirmiş.
Bugün Tartu Sanat Müzesi olarak kullanılan ve yangının hemen sonrasında inşa edilen bu bina kentin simgelerinden biri. Gözle görülür şekilde yamukluğa neden olan ve zeminden kaynaklanan eğimin açısı Pisa Kulesi'nden fazlaymış.
Biraz yağmur, biraz vakit darlığı derken Tartu'yu ancak bu kadar gezebildik. Dönüş yoluna koyulmadan önce hoş bir pub'a girdik ve yağmurdan kaçıp kapalı mekanlara sığınan turist kalabalığının neşeli gürültüsü içinde karnımızı doyurduk, dinlendik.
Bu seferki Estonya çıkarmamız böyleydi. Seviyorum bu ülkeyi. Onlar da bizi seviyorlar sanırım:) Kaldığımız eve giderken önünden geçtiğimiz bir binada yer alan plakette "Türkiye-Estonya ilişkileri 1924 yılında başlamıştır. İlk Türk Büyükelçiliği bu binada yer almıştır. İlk büyükelçi Nuri Batu burada kalmıştır" yazıyordu. Geçen sene de dahil olmak üzere Tallinn sokaklarında çok gezdik ve bir başka ülkenin büyükelçiliği hakkında böyle bir bilgiye rastlamadık. Yoktur diye iddia etmiyorum fakat olsaydı görme ihtimalimiz yüksek olurdu diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu anı plaketi hoşuma gitti. Binanın resmini çekmedim. Çünkü Amerikan Konsolosluğu'nun karşısında yer alıyor ve adamlar sokağı iki yandan kapatmışlar, güvenlik o biçim sıkı. Dikkat çekmek istemedim. Şehirde hiçbir ülkenin binası onlarınki gibi korunaklı değil. Herkes gayet mütevaziyken Amerika'da bir havalar bir havalar. Neyse...Yeni Büyükelçilik binamızın fotoğrafını ekleyebilirim ama. Eskisi geniş bir betonarme bina şeklindeydi, bugünkü bahçe içinde yer alıyor.
Benim Estonya yazılarım ufak ufak devam eder böyle. Aklım, kalbim orada. İyisi mi işe bir gezgin mantığıyla yaklaşayım ve önceki yazılarımı da şuraya ekleyeyim.
O taraflara seyahati düşünenler varsa faydalı olacaktır.
Estonlar Şarkı Söyleyince
Estonya, Tallinn ve Diğer Şeyler
Tallinn'de Neler Tattım?