Kuzey göğünün altında, yıllar önce hüküm sürmüş bir imparatorun sarayının bahçesindeyim. Bu saray, bu kocaman bahçe bir zamanlar imparator ailesine aitmiş ama bugün herkese ait. Arkalıksız ahşap bir sıraya oturdum, kitabımı okuyorum. Önüm, arkam, sağım, solum alabildiğine yeşil. Kuşlar ötüyor. Ötüşleri bana rahatlatıcı bir melodi gibi geliyor. Bazen kitabımdan kaldırıyorum başımı, etrafı inceliyorum. Birkaç metre ileride genç bir kadın bebek arabasını itiyor. Bebek için bol oksijen, ferah uyku... Biraz ötede çocuğuyla beraber bisiklet süren genç bir kadın daha var. Kadının bisikletinin önündeki sepet çiçek dolu. Arkasından onu takip eden çocuğun başındaki kask ihmâl edilmemiş. Besbelli sorumluluk kazandırılmaya çalışılan bir çocuk bu. Annenin bisikleti çiçekliyken, çocuğun bisikletinin arka sepetinde ufak bir alışveriş torbası var. Ara sıra yağmur çiseliyor. Fakat başımın üzerindeki ağaç yağmur damlalarından koruyor beni. Kitabıma dönüyorum. Kimi zaman çevredeki ağaçlardan yere düşen bir fındığın sesi bölüyor okumamı, kimi zaman da önümden koşarak geçen, yağmurlu havada bile sporunu ihmâl etmemiş biri. Kadın ya da erkek... Ortalık o kadar sessiz ve huzur dolu ki minicik bir fındığın toprağa çarpma sesi bile dikkatimi çekiyor. Derken dolaşmaya çıkarılmış küçük sevimli bir köpek yanaşıyor yanıma. Dokunamıyorum ama konuşuyorum onunla. Sahibi köpeği bekliyor. Sohbetimiz bitince uzaklaşıyorlar. Kucağımdaki kitabımın sayfaları açık. Tekrar ona dönüyorum. Üzerimdeki ağaç dallarının arasından yolunu bulan maceracı bir yağmur damlası düşüyor okuduğum sayfaya. Seviniyorum. Başka diyarların göğünden damlayan yağmurcuk da benimle dönecek evime. Enerjisi hep benimle... Kuşlar ötüyor, etraf alabildiğine yeşil, ağaçlar her daim heybetli, dünya güzel. Bugünü hatırlatsın diye sonbahar sarısına bürünmüş bir yaprak bulup koyuyorum çantama. Bir de yere düşen bir fındığı ekliyorum yanına.
Kadrioru Park-Tallinn
Eylül / 2018