Şu henüz bitirdiğimiz hafta içerisinde birkaç güzel film seyrettim. Hepsi iyiydi de özellikle birini, Aşkın Son Mevsimi'ni tavsiye edeceğim. Tolstoy'un son bir yılını anlatan biyografik bir film.
Daha doğrusu hayatının son döneminde karısı Sofya ile yaşadıkları çatışmaları anlatan bir film. Olayları Tolstoy'un sekreteri Bulgakov'un gözünden izliyoruz ve hem Sofya'ya hem Tolstoy'a hak vermeden edemiyoruz. Bilindiği gibi aslında soylu sınıfından olan Tolstoy Rus köylüsünün yanında olmuştur. Çar'a, kiliseye kafa tutan yapısı, eşitlikçi hayat görüşü zamanla etrafında tarikat denebilecek bir oluşumun yapılanmasını sağlamıştır. Filmde de başında sanatçının menajeri konumundaki Chertkov'un olduğu bu oluşumu izliyoruz. Ve Tolstoy'un karısı Sofya'nın bunlardan nasıl nefret ettiğini... Aslında birbirlerini çok seven ve 13 çocuk sahibi olan çiftin arasında büyük görüş ayrılıkları var. Tolstoy Chertkov'un baskısıyla mirasını Rus halkına bırakmak isterken, Sofya "Çocuklarını ve beni aç mı bırakacaksın?" serzenişleriyle çıldırıyor da çıldırıyor. Ben de ikisine de hak verip üzüm üzüm üzülüyorum. Sanatçının ölüm döşeğindeki hallerine, Sofya'nın kocasından uzaklaştırılmasına ağlıyorum da ağlıyorum. Hellen Mirren'ı çok severim. Bu filmde bir kez daha hayran oldum. Sofya rolüyle Roma Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almış olması beni haklı çıkarıyor sanırım.
Filmin orijinal ismi "The Last Station". Jay Parini'nin aynı isimli kitabından uyarlanmış.
Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan Türkçe baskısı da mevcutmuş ki ben bunu filmi seyrettikten sonra öğrendim. Yönetmenin ismini anmadan geçmeyelim. 2009 yapımı The Last Station bir Michael Hoffman filmi.
Hafta sonu yağmurlu geçecekmiş. "Evden çıkmam; kahvemle, kitabımla, filmlerimle vakit geçiririm" diyenlere benden bir tavsiye olsun efendim. Bir de yeri gelmişken Tolstoy'un doğduğu yer olan Yasnaya Polyana, buradaki mütevazı mezarı ve Stefan Zweig ile ilgili geçmiş bir yazımı hatırlatmak isterim. Lev Tolstoy... Ağaçların Gölgesinde, Huzur İçinde...